Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu Politikası

Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu Politikası

Türklerin Ortadoğuyu en uzun süre ve en etikili bir biçimde etkilemeleri Osmanlılar döneminde gerçekleşecektir. Batı Anadolu’da devletlerini kurmuşlar ve daha I. Murat döneminde Balkanlara Hıristiyan ülkelerinin içlerine doğru yerleşmeye başlamışlardır. Onların kurdukları yapı daha çok Roma ile karşılaştırılabilecek çok milletli ve çok dinli bir yapı olmuştur ki Roma barışı olarak geçen Pax Romana, Osmanlı için de geçerli olup Pax Ottomana olarak ifade edilir. Bizans’tan memnun olmayan ve Osmanlı hükümdar ve memurlarının adil tutumunu gören Hıristiyan unsurlardan bir kısmının Müslüman oldukları görülür.

1453 yılında Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u ele geçirmesi aslında doğrudan doğruya Ortadoğu ile de ilgilidir. Çünkü Bizans’ın bir Doğulu Roma İmparatorluğu olmakla aslında, Mısır, İskenderiye, Suriye, Anadolu ve Balkanlar üzerinde siyasi, askeri ve dini nüfuzu vardır. Bu nüfuz elbette 1450’li yıllarda ve Türklerin Anadolu’da tarih sahnesine çıkmalarıyla gerçek anlamda zaafa uğramış olmakla birlikte Bizans Fatih’in ele geçirmesine kadar hala itibarlı bir devlet olmaya devam etmiştir.

Fetih ile birlikte Türkler Bizans’ın hitap ettiği bu sahaya artık hükmedeceklerdir. Dolayısıyla Anadolu, Suriye, Mısır gibi Ortadoğu’nun en önemli unsurları artık Türklerden sorulmaya başlayacaktır.

Fetihten sonra Osmanlılar Avrupa içlerine de ilerlemeye başlayacaklar ve 1529 ve 1683 yıllarında olmak üzere iki defa Viyana ele geçirilmeye ve Habsburg hanedanı da ortadan kaldırılmaya çalışılacaktır. Bu dönemler Osmanlıların en güçlü oldukları dönemlerdir ve ateşli silah ve askeri düzen noktasında ayrıca deniz gücü açısından Avrupa devletlerden herhangi birinin Osmanlı devletine tek başına karşı koyma şansı yoktur.

1000’li yılların başlarında Ortadoğu’ya zengin olmak ve Kutsal yerleri ele geçirmek için ordular gönderen Avrupalılar 1500’lü yıllarda da ortak hareket etmeye çalışıyorlardı. Ancak bu sefer saldırı için değil savunma için yani Osmanlı ordularına karşı koymak için bir araya gelmeye çalışıyorlardı.

Osmanlıların Ortadoğu’ya yerleşmesini sağlayacak olan hükümdar Yavuz Sultan Selim olacaktır. Öncelikle Bizans’ın da tabii düşmanı olan İran Şahları ile mücadele etmiş ve İran’dan Sünni Osmanlı Devleti’ne mezheb ihraç edilmesini önlemiştir. 1517 tarihinde giriştiği Ridaniye Seferi ile de Mısır, Kahire, Filistin, Kudüs ve Haremeyn-i Şerif’e hakim olmuştur. Hz. Peygamberin Hırkası ve İslam’ın kutsal emanetleri İstanbul’a getirilmiş ve İslam Halifeliği Osmanlılara geçmiştir. Dolayısıyla Ortadoğu’nun yeni hakimi Müslüman Türkler olmuştur.

Osmanlılar İran’ın baskısı ile de olsa gerek sünni islama sarılmışlar ve sünni islamın koruycusu ve hizmetkarı olmak motivasyonuna sahip olmuşlardır.

Ancak Ortadoğu’nun en önemli aktörü olan Araplar Osmanlılar döneminde istikrarlı olduğunu düşünsek de 400 yıllık bir Türk idaresinin altında yaşamışlardır. Arapça her zaman etkinliğini korumuştur ve bu biraz da mecburiyetten olmuştur. Bununla birlikte Türkçe ve Farsça Arapça’dan yararlanarak kendi özgün karakterine kavuşmuştur. Arapların şikayetçi olduğu başka bir husus da Farslıların Türk idaresine girmeyerek Türklerin rakibi olmalarına karşılık dedelerinin Arap idaresini Türkler lehine terk etmeleridir.

Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren zayıflamaya başlayan imparatorluğun kötü gidişatı 1683’te somut olarak anlaşılmıştır. 1683’te Viyana kapılarında Polonya ordularına yenilmiş olan Osmanlılar Avrupalı Hıristiyanlara ciddi anlamda bir korku ve panik yaşatmışlarda ve Viyana’da yenilmiş olmalarına rağmen Osmanlıların bir gerileme sürecine girdiğinden Avrupa bir süre daha emin olamadı ve cesur davranamadı. Ancak Osmanlı Devleti’nin gerileyişi önlenememiştir.

Osmanlıların Suriye Filistin ve Irak gibi Ortadoğu coğrafyasını Türkçe konuşan valiler tarafından yönettiklerini görürüz. Mısır’da valiler aracılığı ile yönetilmiştir. Fakat Mısır ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Genel olarak Ortadoğu bölgesinde Osmanlılar herhangi bir dil, kültür ve ekonomi sömürgesinde bulunmamışlardır. Bunu ne Araplara ne de başka bir din ve ırk mensubuna yapmadıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı memurlarının kendilerinden önceki yönetici unsur Memlukler gibi bölgeye kök salamadıkları ve bölgede görev yapan Türk vali ve görevlilerin Türkiye’ye geri dönmeyi mutlaka düşündükleri anlaşılmaktadır.

Mısır’da ise Yavuz Sultan Selim buranın idaresini Memluk emir ve subaylarına vermiş ve onlar vergi toplamada ve halkı kötü yönemtmekte büyük bir özgürlüğe sahip olmuşlardır. Osmanlı paşalarının bölgede görev yapmaları ise üstünlük duygusu içinde olan memluk emirlerinin paşalarla rekabete girmelerine neden olmuştur. Bu rekabet ise Mısır halkına zarar vermiş ve Mısır’ın iyi idare edilmesine mani olmuştur. 19. Yüzyıl dolaylarında Arnavut Asıllı Mehmet Ali paşa ve torunlarının bir hanedan kurdukları hatta Osmanlı Devleti’ne rakip olmaya çalıştıkları ve Mısır üzerinde hak iddia ettikleri görülür. bu haliyle genel anlamda Osmanlı valisi profilinin dışındadır.

1497’de Portekizlilerin Hindistan ve Uzakdoğu’ya ulaşmak için Ümit Burnu’nu keşfetmelerinin ardından Fransızlar ve İngilizler sahaya inmişlerdir. Ümit Burnu’nu kullanarak yapılan ticarette Osmanlı Devleti’nden elde ettikleri ticari kolaylık ve imtiyazlar bu ülkelere Osmanlı Devleti hem güçlüyken hem de zayıfken büyük kolaylık sağlamıştır. Ama bu ticaretin en önemli ve stratejik bölgesi Mısır olmuştur. Bu bakımdan bir Osmanlı Eyaleti olan Mısır ilk kez 1798’de Fransızlar tarafından işgal edilecek; yaklaşık yüz yıl sonra yani 1882’de de Fransızlar tarafından işgal edilecektir.

Mısır’ın işgal edilmesi yalnızca Osmanlı Devleti’ne karşı bir işgal hareketi değildir. Bu aynı zamanda Hint ticaret yolunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik bir harekettir. Dolayısıyla Hindistan’ın güvenliğinin Ortadoğu ile doğrudan doğruya bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Hindistan ise Avrupa ülkelerinin özellikle de İngiltere’nin ticareti açısından son derece önemli bir sömürgedir. Bu bakımdan başta İngiltere olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinin Ortadoğu coğrafyası ile ilgisi bu temele dayanır ve bu rekabet sanayi devriminden önceki süreci ifade eder.

Amerika’nın keşfedilmesi ise Osmanlı Devleti’nin maliyesinin dolayısıyla ekonomisinin bozulmasında ayrıca etkili bir husustur. İspanya, Portekiz, İngiltere ve Hollanda gibi belli başlı ülkelerin Amerika’ya ulaştıkları ve büyük miktarda gümüş ve altın temin ederek Avrupa’ya geri döndükleri görülür. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da oluşmaya başlayan seri mamul madde üretimine dayanamayacak ve onunla rekabet edemeyecek bir üretim anlayışı vardı. Bunun üzerine Amerika’dan gelen Altın ve gümüş enflasyonu zayıflamakta olan Osmanlı Devleti maliyesinin daha şiddetli etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. Zincirleme bir reakisyon olarak kabul edebileceğimiz bu etkileşim kendisini idari alanda da gösterecek ve vergi isyanları, toprak sisteminin dolayısıyla taşra idaresinin ve buna bağlı olarak askeri sistemin bozulmasının ve bütün imparatorluk coğrafyasında geniş isyanların ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.

Bölgeye yeni girmekte olan Küçük Moskova Knezliğinden büyük Çarlık Rusyası İmparatorluğu Haline gelen Rusya olmuştur. İstanbul’u ele geçirip Yeni Bizans İmparatorluğu’nu kurma hayalini kuran Rusya Çar Deli Petro zamanında gelişmiş olan Avrupa’yı tam anlamıyla kavrayarak doğulu olan fakat Avrupalılaşmış bir Rus medeniyeti kurabilmeyi başarmıştır. Osmanlı Devleti’nin yeni ve yenilmez rakibi Avusturya ile birlikte Rusya olacak ve Avusturya-Rusya savaşları Osmanlı Devleti’nin kabusu haline gelecektir

1774’te Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Müslüman bir Coğrafya’yı Osmanlı Devleti’nden koparabilecek ve bu süreç önü alınamayan Türk – Rus harpleriyle şiddetlenecek ve devamlı surette Osmanlı Devleti aleyhine gelişecektir.

18. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı Devleti’nin temsil ettiği İslam dünyası ve bu bağlamda da Ortadoğu dünyasının Avrupa ile kıyaslandığında ciddi anlamda dezavantajlı bir durumda olduğu görülür.

Gönderiliyor
Kullanıcı Oyları
( oy)

Yorum Bırak