Sosyolojik İnceleme (Ölüm, Beden ve Toplum)

Sosyolojik İnceleme (Ölüm, Beden ve Toplum)

Ölüm toplumdan topluma değişir ve kültürel kalıplarla şeklini alır. Ölüm ve cenaze törenleri tolumun kimliğini meydana çıkarır. Topluma ait anlayışları, kültürü, düşünce biçimini, yortuları ve daha alaka kurabileceğimiz her şeyi açık eder.  İşte tam da burada sosyoloji devreye girer. Sosyolojik olarak ölüm kalıplarla sembollerle ifade edilir.

Semboller. Evet; semboller, geleneksel toplum yapısının giderek değişmesi ile ölüm sonu aktivitelerde kendini daha da göstermiştir. Şöyle ki; geleneksel toplumda cenaze törenleri büyük bir kalabalık ve çeşitlilik arz ederdi. Yani aile efradı dışında eş, dost, arkadaş, tanıdık vs. Şimdi ise durum değişti. Giderek yalnızlaşan insanların o müthiş sonu da yalnız olarak gerçekleşiyor. Şahıs ölüm anında bile yalnız kalabiliyor. Azrail’e teslimiyet anıdan mezara defnediliş birkaç kuru kalabalık ile gerçekleşebiliyor.

Artık cenaze törenleri siyah elbiseler, siyah camlı gözlükler ve geçici matem havası içinde bitiyor. Belki sahte belki gerçek siyaha bürünen insanlar ağıt yakmayı elbiselerle sembolize ediyor. Gözlükler ise gözyaşlarını kapatma aleti durumunda. Ya da akan makyajı veya yapılmayan makyajı örtbas etme amaçlı takılır.

Gittikçe somutlaşan hayatta ölümün de somut halini görmekteyiz. Modernleşme adı altında ruhsuzlaşan toplum bunu kendi kendine veya bireysel olarak yalnızlaşmaya borçludur. Sahip olunan simgeler toplumun geleneklerinden süregelmektedir her ne kadar değişime uğramışsa da…

“Aslında kalabalık bir yalnızız.” Sosyal ağlarda, sosyal medyada çok sevenimiz, tanıdığımız dostumuz var(!) Artık modernleşen toplumda taziyeler sosyal paylaşım sitelerinde ilan edilen bir ölüm mesajı ile gerçekleşiyor. Fiziksel bir temasın ya da paylaşımın olmadığı bağnaz bir toplum modeli; ölüm ve sonrasında yapılan etkinlikler da buna göre şekillendiriyor.

Simgelerin amacı toplumu birleştirmektir. Ama günümüzde her kabul edilen simge bunu gerçekleştirmez tam tersi toplumu birleştirme yerine yalnızlaştırmaktadır. Daha ölüm fikri bize itici gelip düşünmekten bile kaçınırken modern çağın en popüler simgesi “internet” toplumu, hatta aynı evde yaşayan aileyi bile yalnızlaştırmadı mı?

Bir cenaze merasiminde kimse siyah giyinmiş, siyah cam gözlük takmış birinin yanına gidip içinden gelerek sarılıp duygularını ifade etmek istemez ki edemez nitekim. Kişilerin bakışları, objektiflere yakalanma dürtüsü, ve çekimserlik bizi bundan alıkoyan sebeplerden biridir. Ama ağlayan ve feryat eden birinin acısını dindirmek adına herkes ona destek olmak ister. Ki burada fiziksel ve duygusal temas devreye girer.

Ölüm anından cenazenin yolcu edilişine kadar her şey simgelerle meydana gelir. Görülen o beyaz ışık, gözlerin bulanıklaşması, kalbin durması ve beynin hükmünü yitirmesi ve sonrasında gelişen olaylar… Her toplum simgelerini döker ortaya. Kimi toplum ölünün gözlerine ayna veya parlak taş koyar, kimisi ölünün üstüne metal demir parçası koyar… Hepsinin bir açıklaması vardır elbet. İşte sosyoloji her şeyin ortasında bunların nedenleri ile açıklamasını yapar ve objektifliğini korur.

Bunu da Okuyabilirsin...
Huma Kuşu Türküsü Ve Hikayesi

Ölüm bu dünyadan göç, arkadaşlardan,  dostlardan, aileden ayrı kalma ve ayrılma korkusu değildir sadece. Öbür dünya korkusu, ölümden sonra bizi neyi beklediğinin korkusu da birer ölümden korkma ve ölümü düşünmeme sebebi sayılabilir.

Renkler hayatımızın önemli bir parçasıdır. Dini motiflerden milli motiflere, mutfak eşyalarından elbiseye ve çeşitli tedavi yöntemlerine kadar her noktada hayatımızın içindedir. Her toplum kendine özgü renk belirlemiş ve bunu her türlü sembollerde kullanmıştır ve kullanmaktadır. Renklerin toplumdan topluma bir hikayesi ve kabul ediliş biçimi vardır. Örneğin: Türk Bayrağı kanını şehitlerin renginden alır. Suudi Arabistan bayrağındaki yeşil renk, Peygamber efendimizin getirdiği İslam Dinini ve Fatımi sülalesini temsil eder. Renkler kimlik farklarını da yansıtır. Şöyle ki; Osmanlı Devletinde Müslümanların ayakkabıları sarı, Ermenilerin kırmızı ve Yahudilerin ise mavi olduğu görülür.

Renk ölüm ile ilişkilendirilecek olursa, renk olgusunun ölüm ile ilişkisi fiziksel olgularla meydana gelir. Biyolojik olarak ölen kişinin kalbi durur. Kan dolaşımı kesilir ve hücreler de ölmeye başlar. Ölen hücreler cesedin duruş şekline göre aşağıda toplanır. Sırt üstü yatan ölünün sırtında toplanan kan hücreleri ölünün sırtını morartır. Mor renk ölüm rengi olarak algılanır.

Türk toplumlarında ise ölüm ile renk alakası “iyi” veya “kötü” tanımlaması ile kurulur. Ölen kişi kötü ise rengi mor veya siyaha yakın, iyi ise bembeyaz sabun gibi olur.

Ölümün renklerle ilişkiselliğinde kara-siyah renk ile daha çok yer tutar. Ölünün önce kararması ve bedenin kararmaya yatkın olması buna sebebiyet vermiştir. Avrupa’da ise veba hastalığı ile kara renk sembol olmuş, ölüm haberinin kara haber olarak ifade edilmesi, cenazenin kara toprağa defnedilmesi, kara rengin uğursuz sayılması kara rengin ölümü ifade etmesinde toplumlarda kabul edilmiş sebepler arasında sayılabilir. Cenazelerde kara renk giyilmesi, kara rengin acı, yas ve matemi akla getirmesi bir başka sebepler arasında sayılabilir. Öyle ki modern kültürün bir parçası olarak, ayakkabıdan gözlüğe, şapkadan cekete kadar bir cenaze modası gelişmiştir.

Ölümün hayvanlarla ilişkisi de bir başka konudur. Hayvanlarla ilişki ruhum bendenden çıkış anındaki tasviri ile açıklanır. Örneğin Altay Türklerinde olduğu gibi ruhun bendenden çıkış anındaki hali kuşa benzetilir. Ruhun ölümden sonra geri gelişi ve yaşayanlarla birlikteliği de Zuniler’de olduğu gibi kaplumbağaya benzetilir. Moquiler’in açıklamasına göre her klan sahip olduğu hayvanın klanı ile ölümden sonraki yaşamına devam eder. Ölü ruhlarıyla bir başka ilişkilendirilen hayvan kelebektir. Meksika’da yeniden başlangıç olarak tarif edilen sonbaharda yağmurların yağması ve toprağın bol ürün vermesi, çiçeklerin bu mevsimde tekrar açması binlerce kelebeğin buraya göç etmesi ve her kelebeğin bir ölünün ruhunu taşıdığına inanılması ayrıca bir konudur.

Bunu da Okuyabilirsin...
Kayıp Kıta ”MU”

Türklerde ise at önemli bir yere sahiptir. At, ölümün ve sezginin sembolüdür. Ölen biri çadırına kaldırılır, koyun ve at kesilir ve çadır etrafına yedi kez dönülürdü. Ağıtlar yakılırdı. Kimi Türk toplumlarında ise ölen kişinin kişisel eşyalarıyla birlikte atları da kabrine gömülürdü. Atların, diğer gömülen hayvanların ve eşyaların öbür hayatta ölen kişi cennete giderken ona eşlik edeceğine inanılırdır. Atlara ait her şey kutsal sayılırdı.

Bir başka konu ise ölen kişinin cenaze töreninin nasıl olduğudur. Ölen kişiye yakışır bir şekilde cenaze merasimi yapılır toplumların inanışlarına göre dini olgular yerine getirilir.

İslam dinine göre kişinin peşinden çok ağlamak ve kendini yakıp yıkmak uygun görülmemiştir. Kimi inanışlara göre ölen kişinin peşinden çok gözyaşı dökmek iyi değildir. Akan gözyaşları ölen kişinin mezarında göl olur ve ölüyü rahat ettirmez inancı vardır. Kimi inanışlara göre ölen kişi kendi merasimini görür ve ağıt yakanlara üzülür. Şimdiki toplumumuzda da çeşitli kimilerinin batıl olarak algıladığı inanışlar vardır. Örneğin çocuğu ölen anne Cuma akşamı eline iğne alırsa mezardaki çocuğunun ayağına batar. Karısı ölen bir adam tekrar evlenirse eve gelen yeni eşin üstüne su serpilir ki mezarda yatan kadın rahatlasın, üzülmesin ve yeni gelen eş ona ateş olmasın.

Suyun ölüm ile çok ilişkisi kurulur. Ölen kişinin ölüm esnasında ağzına su sürülmesi, suyun ölüm esnasında şeytanı uzaklaştırması gibi davranış ve inanışlar vardır. Ölüm esnasında hastaya bol su verilir ki şeytan onu kandırmasın. Ölen kişinin yaptığı işe göre mezarına bir sembol eşya koyulması da yapılan semboller arasındadır. Örneğin tahtacılar her kadının mezarına oklava ve erkeklerin mezarına çakı koyar ki mezar açılacak olursa kime ait olduğu ortaya çıksın.

Toprak sembolü de ölüm ile ilişkilendirilen önemli bir unsurdur. Türk toplumunda ayrı bir yeri vardır. Buna nazaran deyimler bile kullanılır. “Toprağı bol olsun, toprak bile kabul etmez, toprağı haber götürmesin, gözünü toprak doyursun” gibi söylemler toplumumuzda yaygın olarak kullanılır. Ölen kişinin mezarına ölen kişiye yakınlığına göre sırayla toprak atılır. Baba, abi, arkadaş gibi sıradan gider ve genellikle kürek ile toprak atılmakla beraber, herkes en az bir avuç toprak atar. Eski Türk toplumlarında İslamiyet’ten önce ölen kişinin gözüne toprak atılırmış. Buna ise gözeri açık gitmesin toprağa doysun gibi sebepler sayılabilir. “Gözünü toprak doyursun” deyimi de buradan gelir.

Toplumumuzda gelenek göreneklerle beraber özellikle dini inancımızın bize öğretileri ile cenaze, ölü ve ölüme ayrı bir saygı ve ehemmiyet gösterilir. Ölüm yok oluş değil aslında yeniden başka bir dünyaya kapı açmaktır. Kişi fani olarak adlandırdığımız bu dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklerle mükafatlandırılır ya da cezalandırılır. Bunu korkusu ve inanış gereği ölüm toplumların ve bireylerin yaşayış, inanış ve hayat tarzlarında önemli bir etki yaratır. Öyle ki bu etki beraberinde kimi zaman batıl olarak adlandırılan çok çeşitli sembolleri getirmiştir. Bu semboller dinin, saygı duyulan liderlerin, gelenek ve göreneklerin hayvanların, soyut kavramların ve daha çeşitli faktörlerin etkisinde gelişir. Dini inanışa göre şehit olan biri esasen ölmez ve cennete gider. Bu yüzden şehit olduğu elbisesi ile defnedilir. Taburunun üzerine ise bayrak koyularak taşınır. Bu hem dinin ve hem de milli inanışın etkisidir.

Bunu da Okuyabilirsin...
Masood Kaya’nın Kaleminden, (Hakikat….)

İslam toplumlarında kıble yönüne ve sağ tarafına hafif dönük olarak toprağa koyulan cenaze; Hıristiyan toplumlarda ise Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini sembolize ederek dik bir şekilde cenaze toprağa koyulur. Kimi toplumlar cesetleri yakarak küllerini saklarken, kimi toplumlar –Afrika’daki bazı yerel kabileler- cesedi bir uçurumun kenarına kafes içinde asar ve bırakır. Zaman sonra oraya gelerek cesedin vücut yağlarını alıp bunlardan sabun, yemeklik yağ gibi maddeler yapılarak kullanırlar.

Her toplumun kendine özgü kuralları ve simgeleri vardır. Bu imgeler yaşanılan hayat gibi ölümü de etkiler. Örneğin ateş ölüm ile ilgilendirilerek çok çeşitli simgeler ve buna bağlı deyimler bile ortaya çıkmıştır. Türklerde ateş önemli bir simgedir. “Ocağın tütmesi”, Ataların o yurtta sürekli olarak kalması anlamını taşır.

İslam toplumlarında evliya ve ermiş kişilerin türbelerine dua etmek, dilek dilemek amacıyla gidilmesi aslında bir nevi ölü ve ölüme duyulan saygıyı ifade eder. Atatürk’ün mezarının Anıtkabir’e taşınması, O’na duyulan saygıyı Anıtkabir’e koyulmasının sembolize edilmesi ile ortaya koyar. Ölen kişiye teneşirde abdest aldırılması sonrasında; burnuna, varsa kanayan yerlerine ve anüs ağzına pamuk koyulması, inanış gereği aldırılan abdestin bozulmaması için yapılan aslında birer semboldür.

Taşlar ölüm ve mezarlarda birer önemli semboldür. Mezarlıklarda kabirlerin başlarına koyulması, mezarın kaybolmaması için kullanılır. Tarihi eser olarak da günümüze kadar gelenleri vardır. Babıali, Balbal adı verilen taş sütunlar, ölünün yıkandığı taş (mermer vs.) gibi örnekler taşın ölüm/ölü ile ilişkisini ortaya koyar.

Ölüm ve cenaze her toplumda, toplumun inanışı, kültürü, gelenek ve göreneklerine göre şekil alır. Ayin ve yortular bunlara göre şekillenir. Bunlara göre ifade edilir.  Ölüm, beden, ve toplum birbiriyle ilişkili olarak bu inanış, kültür ve ananelerle sembolize edilerek, ölüm, ölü ve cenaze olgusu şekillenir.

Gönderiliyor
Kullanıcı Oyları
( oy)

Yorum Bırak