İbrahim Çavuş Efsanesi | Onlinezeka

İbrahim Çavuş Efsanesi

Topkapı semtinde, sur dışında bir cami vardır.

Sultan III. Selim zamanında yapıldığı rivayet edilir

Arakiyeci İbrahim Ağa Camii.

Takkeci Camii ya da İbrahim Çavuş Camii olarak da bilinir.

Camiyi yaptıran İbrahim Ağa, bir arakiyecidir. Yani keçeden takke ve benzeri şeyler yapan bir kimse.

Ağa denildiğine bakmayın, aslında fakir, gariban bir kimsedir bu İbrahim Efendi.

Ördüğü takkeleri, serpuşları çarşı pazar dolaşarak satar, karısıyla birlikte zar-zor geçinir.

Maddi bakımdan fakirdir ama gönül dünyası gayet zengindir bu adamın.

Büyükçe bir emeli, pek değerli bir hedefi vardır bu gariban adamın.

Bunu önceleri içinde taşımış, sonra da her vesileyle etraftakilere anlatır olmuştur.

Hep bunu konuşur, bunun hayaliyle yatıp kalkar.

Amacı surların kıyısına bir cami yaptırmaktır.

“Bu camiyi hangi parayla yaptıracaksın?” diye sorar ahali.

Bunu da Okuyabilirsin...
Amanos (Yarıkkaya) Efsanesi

Cevabını bildikleri bir sorudur bu.

“Oturduğu ahır sekisi, söylediği İstanbul türküsü türünden bir alay ve paylamadır soru soruşları. İbrahim Çavuş ise bu türlü alaylı sorulara hep cevabı verir:

“İhtimaldir padişahım, belki derya tutuşa!”

Onun bu sözünü duyanlar, “Hiç deniz tutuşur mu be adam! Sen bu kafayla daha çok cami yaptırırsın!- derler.

Bu garip arakiyeci, çevresinin tutumuna aldırmaz çok çalışır, üçü beşe katıp biriktirir.

Umutsuzluğa düştüğü zamanlarda, “Nemrut ateşini gülistana çeviren Allah, isterse elbet deryaları tutuşturur” der, kendini teselli eder.

Bir kandil gecesi, mübarek bir adam rüyasına girer.

“Derhal Bağdat’a gidip gel!” diye emreder.

Sebebini düşünmek ve som sormak gönül erlerinin işi değildir.

Onlar temiz bir niyetle emri yerine getirmeyi bilirler.

İbrahim Aga hemen o gün düşer Bağdat yoluna.

Bunu da Okuyabilirsin...
Amanos (Yarıkkaya) Efsanesi

Epey bir gün ve bin bir türlü zahmetten sonra ni­hayet şehre ulaşır.

Oldukça yorgun ve bitkin olsa da ümit doludur.

Gidip bir hana iner.

Daha bir odaya yerleşmeden yorgunluktan hanın avlusundaki tahta sedire kıvrılıp uyumaya başlar.

Birisinin kendini sarstığını fark edip gözünü açınca, yaşlı hancının gelip başında dikilmiş olduğunu görür.

“Buyur?” der gibi bakar.

Hancı, “Hayrola yolcu, nereden gelip nereye gi­dersin?” diye sorar.

“İstanbul’dan gelirim” diye cevap verir İbrahim Ağa.

Hancı bu defa, “Hayırdır inşallah, geliş sebebin ne ola ki?” der merakla.

İbrahim Ağa önce söylemek istemez, “Bir işim var” diye geçiştirir.

Ama hancı meraklıdır, öğrenmek ister.

0 kadar ısrar eder ki, İbrahim Ağa anlatmak zo­runda kalır.

Yaşlı hancı anlatılanları dinleyince kahkahayı basar.

Bunu da Okuyabilirsin...
Amanos (Yarıkkaya) Efsanesi

”Bre akılsız adam! insan bir rüyaya bel bağlayıp bunca zahmete, bunca masrafa girip buraya kadar gelir mi? diye alay eder.

Daha sonra ise:

-Öyle rüyalar, ben de görürüm. Hatta geçen rüyama giren nur yüzlü bir ihtiyar İstanbul Topkapı’da Takkeci İbrahim Ağa diye biri var orada. Onu bul. Onun odunluğunda bir küp bizans altını gömülü. Al senin olsun dedi. Ama ben ”Rüya işte” deyip üzerinde durmadım. Ne yani ben de senin gibi buradan kalkıp onca yolu teperek İstanbul’a mı gitseydim. ” der.

Hancının söylediklerini duyunca İbrahim Ağa’nın gözleri parlar.

Artık bütün yorgunluğu geçmiştir.

“İşte şimdi derya tutuştu!” diyerek tatlı tatlı gülüm­ser.

Hancı ne demek istediğini sorsa da:

“Öylesine bir laf” diye geçiştirir.

O gece handa dinlendikten sonra tekrar yola ko­yulur.

Yine epey bir gün ve bin bir türlü zahmetten sonra nihayet İstanbul’a varır.

Hemen odunluğu kazar.

Gerçekten de bir küp altın vardır.

Altınları çıkarır ve camiyi yaptırır.



Gönderiliyor
Kullanıcı Oyları
( oy)

Yorum Bırak