İkinci Dünya Savaşı’nda Dünya’daki Durum ve Türkiye’nin Politikası

İkinci Dünya Savaşı’nda Dünya’daki Durum ve Türkiye’nin Politikası

İkinci Dünya Savaşı’nın Tarihi ve Nedenleri

II. Dünya Savaşının başlıca nedenleri; I. Dünya Savaşının çözümsüz bıraktığı sorunlar ve bunların neden olduğu bazı gelişmelerdi. İki savaş arasındaki süreçte gerçek bir barış ortamı kurulamamıştı. Savaşın galipleri, mağlupları fazlasıyla ezmişler, aşrı savaş tazminatı Alman ekonomisini çöküntüye uğratmıştı. Buna dünyada ekonomik krizi de eklenince enflasyon ve işsizlik sosyal dengeleri bozmuştu. Yine, I. Dünya Savaşından umduğunu bulamayan İtalya’da Faşist bir yönetimin kurulması, bu ülkenin emperyalist ve dışa dönük heveslerini arttırmıştı. II. Dünya Savaşı Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Savaş ilan etmeden Polonya’ya saldırması, bunun üzerine İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş ilan etmeleriyle başladı. Bu arada Sovyetler de Polonya’yı işgal ederek Almanya ile birlikte bu ülkeyi aralarında paylaşmışlardı.

Almanya, Polonya’dan sonra Fransa’ya yöneldi. İtalya da 10 Haziran 1940’da Fransa ve İngiltere’ye savaş ilan etmişti. Almanlar 14 Haziran 1949’da Paris’e girdiler. Almanlar, Fransızları saf dışı bıraktıktan sonra İngiltere’ye yöneldiler. Bir ada devleti olan İngiltere denizde Almanlardan güçlüydü. Almanya bu nedenle hava harekâtına önem verdiyse de bir sonuç alamadı.
27 Eylül 1940’da Almanya, İtalya ve Japonya arasında “Üçlü Pakt” kuruldu.


Almanya’nın Balkanlarda izlediği yayılma politikası Sovyetlerle arasının açılmasına ve bu ülkeye savaş ilan etmesine neden oldu. Başlangıçta Sovyetler karşısında başarılı olduysa da, 1943 yılı başlarında doğu cephesindeki üstünlüğünü kaybetti. Uzakdoğu’da savaş, Japonya’nın 7 Aralık 1941’de Hawaii’deki Pearl Harbour Amerikan üssüne saldırmasıyla başladı. ABD’nin savaşa girmesiyle savaş, Mihver devletlerin aleyhine dönmeye başladı. Müttefikler Temmuz 1943’te İtalya’yı işgal ettiler ve Mussolini iktidardan düşürüldü. Haziran 1944’de Normandiya çıkarması yapıldı. Müttefikler Eylül ayı sonlarında Ren nehrini geçerek Almanya’ya girdiler. Ruslar da Balkanlar’ı işgal etmiş ve Berlin yönünde ilerlemeye başlamışlardı. Doğudan ve batıdan işgale uğrayan Almanya, Mayıs 1945’de teslim oldu. Uzakdoğu’da savaş bir süre daha devam etti. ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmasının ardından Japonya da 2 Eylül 1945’de teslim oldu.

Bunu da Okuyabilirsin...
Atatürk'ün Bütünleyici İlkeleri Nelerdir?

İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Durumu

Türkiye II. Dünya Savaşında kendi toprak bütünlüğünü korumayı ve savaşın dışında kalmayı amaçlayan bir tarafsızlık politikası izledi. Ancak bu politikanın uygulanması pek kolay olmadı. Gerek Müttefikler, gerekse Mihver devletleri Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sokmak için büyük çaba harcamışlar, çeşitli baskılar yapmışlardı. Bu nedenle Türkiye’nin izlediği tarafsızlık politikası hem tetikte olmayı hem de esnekliği gerektiriyordu.
Türkiye’nin Sovyetler ile bir anlaşma yapma isteği, bu ülkenin Montrö’yü kendi lehine değiştirmek istemesi nedeniyle sonuçsuz kaldı. Türkiye bunun üzerine, görüşmeler yaptığı İngiltere ve Fransa ile 19 Ekim 1939’da “Üç Taraflı Yardım Antlaşması” imzaladı. Türkiye bu antlaşmayla Batılı devletlere daha da yaklaşmış oldu. Türkiye savaşın sonuna kadar bu ittifaka sadık kalmış, ancak askeri harekâta katılmamıştı.

Almanya ise Balkan ülkelerini ele geçirdikten sonra Türkiye üzerindeki baskısını artırmış, Türkiye’ye kendi safına geçmesi karşılığında Trakya ve Ege adalarında toprak önermişti. Ancak bu vaatler Türkiye’yi izlediği barışçı siyasetten saptırmadı. Türkiye özellikle Yunanistan’a karşı örnek bir dostluk politikası izledi. 1942 yılı içinde savaşın cepheleri genelde Türkiye’den uzakta bulunuyordu. Bu durum Türkiye’nin yararına olmuş, savaşın tarafları bu aşamada Türkiye’den sadece tarafsız kalmasını istemişlerdi. Ancak 1943 yılı başlarında bu durum değişmiş, savaş alanı Türkiye sınırlarına yaklaşmıştı. Bu noktada Müttefiklerin Türkiye’yi kendi saflarına çekme çabaları yoğunluk kazanmış, İngiliz Başbakanı Churchill ile İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu arasında 30-31 Ocak 1943 günlerinde Adana Konferansı
yapılmıştı.

Bunu da Okuyabilirsin...
Cumhuriyetin kaçıncı yılını kutluyoruz?


Müttefiklerin Türkiye’yi savaşa çekme çabaları bundan sonra da aralıksız devam etti. 4-6 Aralık 1943’de İnönü, Rooswelt ve Churchill arasında I. Kahire Konferansı yapıldı. İngiltere bu konferansta Türkiye’yi savaşa girmemesi halinde, savaştan sonra Sovyetlerin Boğazlarla ilgili olası taleplerine karşı koymamakla tehdit etti. Türkiye ise, karşılaştığı bu ağır baskılar sonucunda savaşa katılmayı prensip olarak kabul etmiş, ancak bunu Türk ordusuna gerekli silah ve donanımın sağlanması şartına bağlamıştı. Bu istek İngiltere başbakanı tarafından kabul edildiyse de, bu konudaki görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

Türkiye Müttefiklerin isteğine uymak suretiyle 2 Aralık 1944’de Almanya ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesti. Bunu yaparken, İngiltere ve ABD’den, savaş sonrasındaki barış konferansında tam bir müttefik muamelesi göreceğine dair güvence almıştı. Bu arada İngiltere Yatla Konferansından sonra Türkiye’ye bir muhtıra vererek, 25 Nisan 1945’de Müttefikler arasında San Fransisco Konferansının toplanacağını, bu konferansa 1 Mart 1945’den önce Almanya’ya savaş ilan etmiş devletlerin davet edileceğini bildirmişti. Türkiye bunun üzerine 23 Şubat 1945’de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Türkiye’nin bu kararı, Birleşmiş Milletler Teşkilatına üye olabilmek için yerine getirilmesi gereken bir formaliteden ibaretti. Türkiye 27 Şubat’ta Birleşmiş Milletler Beyannamesini imzaladı. 5 Mart 1945’de San Fransisco Konferansına resmen davet edildi. Böylece Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasına katılmış oldu.

İkinci Dünya Savaşından Sonra Türkiye’nin Dış Politikası

Çok dikkatli ve dengeli bir dış politika ile II. Dünya Savaşının dışında kalmayı başaran Türkiye, savaş sonrasında yeni bir tehlike ile karşılaşmıştı. Sovyetler Birliği 9 Mart 1945’de Türkiye’ye 1925’ten beri yürürlükte olan Türk-Sovyet Tarafsızlık Antlaşmasını feshettiğini bildirmiş ve böylece iki ülke arasında gergin bir dönem başlamıştı. Sovyetlerin bu tutumunda bütün Doğu Avrupa’ya egemen olarak çok güçlenmesi, Türkiye’nin savaşa girmeyişinin kendi işlerini zorlaştırması gibi faktörler de etkili olmakla beraber, asıl neden Çarlık Rusyası’nın geleneksel yayılmacı politikasının değişmemiş olması, yeni Rus rejimi tarafından da sürdürülmek istenmesiydi. Sovyetler 7 Ağustos 1946’da Türkiye’ye verdiği bir nota ile Boğazların ortaklaşa savunulması için üs isteğinde bulunmuş ve ayrıca Kars, Ardahan ve Artvin’i istemişti.

Bunu da Okuyabilirsin...
Kartaca Nerededir? Kartaca Hakkında Her Şey

Türkiye’nin bu istekleri reddetmesine karşılık Sovyetler, 24 Eylül 1946’da aynı nitelikte ikinci bir nota daha vermişti. Bunun üzerine Türkiye doğu sınırına askeri yığınak yaparak bu ülkeden gelebilecek bir saldırıyı beklemeye başlamıştı. Başlangıçta Sovyetlerin Türkiye’nin egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri karşısında çekimser kalan Batılı devletler, Türkiye’nin gerekirse savaşmaktan kaçınmayacağını göstermesi üzerine bu tutumlarını değiştirerek Sovyet isteklerine karşı çıkmışlardı. ABD 1947 yılında Truman Doktrinini uygulamaya koyarak, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardımda bulunmaya başladı. Türkiye’nin bu aşamadan sonra Batı savunma sistemi içinde daha çok yer almaya başlaması karşısında Sovyetler, Türkiye’den bir daha herhangi bir istekte bulunamadı.

Batılı devletler, Doğu Avrupa’yı adeta istilâ eden ve genişleme eğilimi gösteren Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma birliği kurdular (4Nisan 1949). “Kuzey Atlantik Savunma Antlaşması” adı verilen ve kısaca NATO olarak adlandırılan bu birlik, kararlı ve caydırıcı tutumu ile Sovyetlerin genişlemesinin durmasını sağladı. Türkiye 10 Şubat 1952’de Yunanistan’la birlikte bu birliğe girmeyi başararak, güvenlik konusunda önemli bir adım attı.

Gönderiliyor
Kullanıcı Oyları
( oy)

Yorum Bırak