Bu Yazıda Neler Var?
1304’te Fas’ın Tanca şehrinde doğan İbni Battuta, Ortaçağın en büyük gezginlerindendir. Ailesi Berberi asıllıdır. Yazdığı “Rıhletü îbni Battuta” adlı seyahatnamesi ile tanınır.
İlk olarak, Mekke’ye hacı olmak üzere yola çıktığı bilinir. Bu niyetle başladığı yolculuğu 29 yıl boyunca devam edecektir.
125.000 kilometre yaparak iki kıta dolaşan îbni Battuta’nın, Marco Polo’dan üç kat daha fazla yol yaptığı söylenir.
O bir kıta keşfetmemiştir, ama şimdiki coğrafyaya göre elliye yakın ülkenin insanını keşfetmiştir. Bu insanların folklorları, giyim tarzları, yeme içme alışkanlıkları, inançları ve her türlü zenginliklerini ünlü kitabına aktarmıştır. Bunun yanı sıra, doğa ile ilgili çok az bilgi aktarmıştır. Onun ilgisini çeken şey, insanların sosyo-kültürel durumları, gelenekleri ve ekonomileridir.
Bir Kuşun Kanatlarında
Mekke’ye varıp hacı olmak, İbni Battuta’nın hayalidir; ama yolculuklarının başlaması için ona bir rüya gereklidir. İşte bu da Mekke yolculuğu sırasında Mısır’da gerçekleşir.
O kuşun sırtında yükselirken, altında rengârenk ışıklar yanıp sönmekte, yemyeşil güzellikleri olan ülkeler uzanıp gitmektedir. O kadar mutlu olmuştur ki sabah uyanır uyanmaz ilk iş olarak âlime koşar ve rüyasının anlamını sorar.
O gün, Ibni Battuta’nın hayatı değişmiştir.
Ünlü Gezgin, Kahire’ye vardığında gördüğü her şeyden heyecan duyduğunu anlatır. Sokaklar, satıcılar, su taşıyıcıları, tekneler., Sonra Nil Nehri’ni anlatır uzun uzun
Kahire’den Kudüs’e geçtiğinde, artık geri dönülmez bir yolculuğun içindedir ünlü gezgin Yol üzerindeki şehirlerden Suriye’deki Hama şehrinin güzelliklerine vurulur. Asi nehri üzerine kurulu olan şehir, değirmenleri ile ünlüdür. Bu yüzden “su dolapları şehri’’ diye de anılır. Daha sonra Şam’a ve Antakya’ya geçip bir kervana katılır.
Yolculuğunun başındaki hacı olmak isteği, ruh âleminde başka kapıları açmış; onu Mekke’den sonra Afrika kıtasına yönlendirmiştir. Artık geriye dönüp herhangi bir ilim ya da sanatla uğraşmak istemez.
Keşfettiği diyarların onda uyandırdığı merak, rotasını her gün biraz daha uzaklara doğru çevirmesine neden olur. Tanzanya, Somali gibi Afrika ülkelerini gördükten sonra İran ve Irak’a, ardından da Hindistan’a doğru yönelir.
Anadolu’ya Lâskîye yolu ile gelir. Artık Alanya’ya varmıştır. Alanya hakkında çok güzel şeyler söyler. İbni Battuta, Konya’ya vardığında Anadolu’nun bir başka muhteşem yüzüyle daha karşılaşır. Buradaki ritim oldukça mistik ve Allah aşkıyla dopdoludur.Bir süreliğine dünyanın hiçbir yerine benzemeyen bu yerde konaklar, sufilerle sohbet edip, Mevleviler ile birlikte döner.
İbni Batuta o zamanki İstanbul’da şöyle anlatır:
”O gün, öğle, civarında muhteşem Qustantiniye’ye girdik. Şehrin bütün çanlar, çalıyor, yer gök inliyordu sesten. Hükümdar sarayının kapılarından birinin önüne geldiğimiz zaman, peykelere oturmuş yüz kadar kapıcıyla karşılaştık; onların başında komutanları bulunuyordu.
Bu kent sonsuz derecede büyük! İki bölüme ayrılmıştır. İki taraf arasında. Mağrip’teki Selâ vadisine benzeyen, sularında gelgit yaşanan büyük bir nehir vardır. Eskiden üzerinde köprü kuruluymuş, ama harap olmuş. Şu anda karşıdan karşıya büyük kayıklarla geçiliyor. Söz konusu nehrin ismi Absumfdir. (Haliç) “Astanbûl” denen kısım, nehrin doğu yakasıdır. Hükümdarla devlet erkânı burada oturuyor, nüfusun büyük bölümü de buraya yerleşmiştir. Çarşıları taşla döşelidir ve gayet geniştir.
Her zanaat erbabı kendi başınadır, başkalarıyla karışık değildirler. Her çarşının ayrı kapıları vardır ve geceleyin kapatılır Enteresan olarak; çarşı esnafının ve zanaatkarların çoğu kadındır.
Şehir, denize doğru dokuz mil girmiş bir dağ eteğine kuruludur. Enlemesine dağılışı da yine aynı ölçülerde, belki biraz fazladır.. Üstünde küçük bir kale ve hükümdarlık sarayı vardı. Şehrin surları, tepenin eteklerini her yana çeviriyor; denizden kimse içeri giremiyor. Kentte on üç kalabalık mahalle ve olağanüstü büyük bir kilise vardır.
Kentin öteki kısmı “Galata” adını taşıyor. Bu yer, demin bahsettiğim suyun batı yakasıdır. Nehre açılan kapılarıyla burası, bizim Ribâtu’l-Feth’i andırıyor. Bu yakaya, hepsi de tüccar olan Frenk taifesi yerleşmiştir. Galata’da nüfus Cenova, Venedik, Roma ve Fransız gâvurundan oluşuyor. Onlar da Qustantîniye hükümdarının hâkimiyeti altında yaşıyorlar. Hükümdar onların başına kendilerinin razı olduğu birini atamaktadır, o adama Qums (Konsolos) derler. Onların her yıl hükümdara belli bir vergi ödemeleri gerekliyse de bazen baş kaldırırlar ve iki taraf savaşa tutuşur. Aralarını ancak Papa bulur. Bu taife tümüyle ticarete gömülmüştür; sahip oldukları liman, dünyanın en işlek limanlarındandır. Bu limanda yüz kadar gurgura (büyük tekne) gördüm. Ufak tekneler ise sayılmayacak denli çok olağanüstü büyük bir kilise vardır.”
Kervanlar ve Yollar
Yolculuk yapmanın en zor olduğu zamanlarda İbni Battuta kendini yollara vurur, hem yollarda yaşar, hem yollarda olgunlaşır. Ama onun gezdiği, gittiği yerlerdeki durakları her zaman kısa süreli olmaz. Bazen bir iki gün kalmayı düşündüğü yerlerde aylar geçirdiği olur. Bu uzun süreli konaklamaları sırasında, kaldığı ülke ve şehirlerde beklemediği şeyler de yaşar.
Buna en iyi örnek Hindistan’da geçirdiği yıllardır. Çok parasızlık çektiği zamanlarda, Hintli tüccarlara biraz borç yapar. Ancak daha sonra borcunu ödeyebilmek için, Delhi’de tam yedi yıl yargıçlık yapmak zorunda kalır. Ardından Ibni Battuta’nın hiç beklemediği bir şey olur ve Çin’e elçi olarak atanır.
Gittiği her yeri evi saydığından, Ibni Battuta’nm uzak diyarlara alışması sorun olmuyordu.
1341 yılında bin atlı eşliğinde yola çıktığında, yanında müthiş bir hazine taşıyordu. Yolda isyancılarla karşılaştılar.
İsyancılar tarafından soyup soğana çevrilen konvoydan canını zor kurtardı.
Çok geçmeden İbni Battuta için her şey eskisi gibi olmuştu, yeniden yollara düştü. Hayalinde Maldivlere gitmek vardı.
Oradan Seylan’a geçip, Peygamberin 12 karış büyüklüğündeki ayak izinin peşine düştü, onun için yeniden hacı olmak demekti.
Buradan Cava ve Sumatra adalarına yerleşti ve orada bir süre din âlimliği işini yaptı.
Fas’a vardığında artık yolculuklarının bittiğini düşünüyordu. Üstelik annesi vefat etmişti ve dinlenmek ona iyi gelecekti. Ama durum hiç de umduğu gibi gelişmedi.
Bir sabah yeniden kervanlarla yola çıktığında, bu kez yönü Sahra’ya dönüktü. Yirmi dokuz sene içinde üçüncü yolculuğuna başlamıştı.
Bu yolculukta Mali, Nijerya ve Timbuktu hakkında önemli bilgiler edindi.
Afrika kıtası ile ilgili keşiflerinden, özellikle Volga’da yapılan kazılarda ve araştırmalarda, arkeologlar îbni Battuta’nın bilgilerinden epeyce yararlandılar.
İbni Battuta, Kızıldeniz’i geçerek ilk durağı olan Aden’e vardı. Orada bir Arap yelkenlisine binerek, Somali’deki Zaila’ya doğru yola çıktı. Gezi notlarında Zaila’yı, gördüğü en pis yer olarak tanımlar.
İbni Battuta, Zaila’dan Mombasa ve Kilva kıyılarına geçti. Uğradığı yerlerde gördüğü ahşap evler ve Afrikalıların tenlerinin rengi gezgini çok etkilemişti.
Daha sonra yeniden Fas’a döndüğünde ünlü kitabını kaleme aldırdı. Oldukça değerli bir kaynak olan seyahatnamesini Kâtip İbni Cücey hazırladı. Altı dile çevrilen eser, on dokuzuncu yüzyılda Türkçeye çevrildi.