Ferdinand Magellan Kimdir? Keşifleri ve Eserleri Nelerdir?

Ferdinand Magellan Kimdir? Keşifleri ve Eserleri Nelerdir?

Doğruluğu günümüzde tartışılsa da, Magellan’ın seyahati dünya çevresinde yapılan ilk keşif gezisi olarak anılır. 1480 yılında, Sabrosa’da doğan Magellan İspanya kralının desteğiyle dünya de­nizlerine açılmış ve bulduğu zenginlikleri krala ta­şımaya söz vermiş bir Portekizli denizci ve kâşiftir.

Ancak Doğu ülkelerine izinsiz götürdüğü ge­mi yüzünden Portekiz’e zorla geri döndürülme­si, Magellan ile yetkililer arasında bir krize neden olmuştu. Ardından Fas’ta 1511 yılında yapılan Azamor savaşında yaralandıktan sonra bölgeyi terk edin­ce Portekiz kralı 1. Manuel ile iyice araları açıldı. Portekiz hükümeti tarafından yeterince anlaşılamadığını düşünen Ferdinand, bu kez yüzünü İspanya kralına çevirdi.

Kısa bir süre sonra, İspanya’nın hizmetine girmenin de onu hoşnut etmediğini anladı. Artık geri dönüşü olmayan bir karar aldığının farkındaydı.

Portekiz’e geri dönemediğinden, Ispanyolların her teklifini kabul etmek zorunda kalıyordu. Hiç istemediği halde, gemilerindeki personelin tamamına yakınının değişmesine sessiz kalmıştı. Magellan, gergin geçen günlerin ardından Sanlücar De Barrameda’dan beş gemi ve çoğunluğu Ispanyol olan 270 denizcisiyle birlikte yola çıktı. 6 Aralık 1519’da Güney Amerika’nın doğu sahilleri görünmüştü.

Brezilya’nın Portekizlilerin elinde olduğunu bildiği için, kıtanın sahillerini takiben güneye yöneldi. Güney Amerika’nın güney ucunda bulunan boğazdan geçerek, Büyük Okyanus’la Atlas okya­nusunu birleştiren kanala doğru ilerledi. Magellan Boğazı olarak anılan ve fırtınalı gü­ney kuşağında yer alan boğaz, oldukça tehlikeli bir deniz yolu olarak karşılarındaydı.

Denizdeki gelgitten oluşan sıkıntılar bir yana, Patagonya’da hüküm süren kuvvetli rüzgârlar, şiddetli akıntı ve dalgalarla boğuşmak zorunda kaldılar. Ferdinand Magellan, gemileriyle birlikte “Bü­tün Azizler Günü” olarak anılan günde 373 millik bu zorlu kanalı aştı. Buraya o kutsal günün heye­canı ile “Bütün Azizler Kanalı” adını verdi. Ancak günümüzde iki okyanusu birbirine bağlayan bu kanal, onun adıyla anılmaktadır. Bu zor geçen deniz yolculuğunda gemilerin­den birinin Ispanya’ya kaçması sonucunda, Bü­yük Okyanus’a üç gemi olarak geçtiler. Deniz, mavi ve oldukça sakin görünüyordu. Dem ruhu, hem bedeni yorulan Magellan için bu olağandışı bir görüntüydü. Bu sakinliği uzun sü­re izledikten sonra, kendini ve gemilerini bir sev­gili şefkatiyle kucaklayan bu denize “Pacifico Mar” yani “sakin okyanus” adını verdi. Yolculuklarını doğruca kuzeybatı istikameti­ne yönlendiren Magellan, bahara kadar rotasını hiç değiştirmeden devam ettikten sonra, nihayet Mart ayında Filipinlere varmıştı.

Patagon Efsanesi

Magellan’ın uzun yolculuğunun tarihçisi olan Antonio Pigafetta, dev insanlarla karşılaşmaları­nı şöyle anlatır:

Bunu da Okuyabilirsin...
Ece Mumay kimdir? Sevgilisi var mı yaşı kaç?

”Bir gün, ahiden çıplak ve dev boyutlarda bir adamı li­manın sahilinde gördük; dans ediyordu, şarkı söylüyordu ve kafasına toprak atıyordu. Kaptan Magellan. adamları­mızdan birini devin yanına yolladı, o da barış işareti olarak aynı hareketleri yaparak, devi kaptanın beklediği adacığa getirdi. Dev, kaptan ve bizim yanımızda çok şaşırdı ve gökten geldiğimizi düşünerek parmağını havaya kaldırarak işaret­ler yaptı. 0 kadar uzundu ki ancak beline geliyorduk

Tarihin derinliklerinde itinayla saklanan, en iyi olasılıkla önemsenmeyen bu karşılaşma hak­kında yazılanlar oldukça azdır. Bu yüzden keşifler tarihinin Magellan ile ilgili bu bölümü adeta eksik aktarılmıştır. Avrupa, boyları beş metreye varan bu insan­lardan iki asır boyunca bahsetmiş; ama daha sonraki yıllarda, her nedense bu konu bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. Ne bilim çevre­leri, ne keşif heyetindekiler ne de onların yakın­ları olan insanlar böyle bir tanıklıktan söz etme­mişlerdir.

Antonio Pigafetta, Magellan’ın bu dev insan­ların isim babası olduğunu da yazar. Ferdinand Magellan bu insanlara “Patagon” der. “Büyük ayak”anlamına geldiği söylenen bu kelimenin, zaman zaman dev insan olarak da anlamlandırıl­dığı olmuştur.

1590’larda Anthonie Knivet, Patagonya’da 3,5 metre uzunluğunda cesetler gördüğünü iddia et­miştir. 1766’da, tuğamiral Byron’un kaptanlığın­daki HMS Dolphin’in İngiltere’ye geri dönüşün­den sonra, dünyanın etrafını dolaşırken Patagonya’da 9 ayak uzunluğunda bir yerli kabilesi gördükleri söylentisi yayılmıştır. Ancak seferin kayıtlarının 1773 yılında tekrar düzenlenerek yazıldığı metinde, Patagonyalıların sadece 1,98 metre boylarında olduğu yazıl­mıştır; belki uzun, fakat kesinlikle dev değil.

Bunu da Okuyabilirsin...
Özcan Deniz Kimdir?

Bu konu insanların kafalarında çözülmeyi bekleyen sorularla doludur. Dünyanın en ıssız ve en sessiz bölgelerinden biri olan Güney Amerika’nın en güney ucu bir sim mı barındırıyordu? Bu dev insanlar Güney Amerika yerlileri tarafından tanrılar olarak mitleştirilen, dünya dışı bir soyun geride kalanları olabilirler mi?

Beyaz adam kıtaya ayak bastığı her defasında, yerliler neden onları tanrılarla bir tuttular?

Bu dev insanlara sonradan ne oldu?

İşte bu soruların yanıtları şimdilik belirsizdir.

Yerlilerin Sezgisi

Batı tarihi bize Kızılderililerin, yerli halkların kabilelerin vahşetinden bahseder. Okul kitaplarının pek çoğu, tarihi kaynaklar ve hatta çizgi ro­manlar, bize beyaz adamın keşfettiği topraklar­daki vahşi adama uygarlığı götürdüğünde karşı­laştığı zorlukları anlatırlar. Kâşiflerin yerliler tarafından nasıl katledildi­ğini, misyonerlerin hunharca nasıl öldürüldüğü­nü okumuşuzdur hep.

Önyargımızı şekillendiren ve bizi tek yönlü bilgilendiren bütün bu tarihi bilgiler, pek çok se­bep ve sonuç yumağından oluşmuştur. Oysa yansız sorulmayı bekleyen pek çok soru vardır. Acaba yabancı diyarların yerlileri keşfedil­mekten hoşnut muydular? Yerliler, kendi topraklarına ayak basan beyaz adamın niyetini sezmiş olamaz mıydı?

Onların her türlü zenginlikleri Avrupalının iş­tahını kabartırken, yerliler bu gizliden gizliye şa­ha kalkan sahiplenme isteğinin farkında değiller miydi?

Pek çok yerli kültürü ve Güney Amerika’dakiler gibi devasa yerli uygarlıkları bu fetihler sıra­sında yok edilmişlerdir. Bu yüzden bazı keşif yolculuklarında Avrupalı keşif heyetlerinin yaşadık­ları saldırıların altında, kendilerini, inançlarını, kültürlerini korumaya çalışan yerlilerin olmasına şaşmamak gerekir. Onlar, belli ki beyaz adamın en derindeki niyetini sezmiş ve huysuzlaşmalardı.

işte Filipin adalarındaki yerlilerin Magaellan ve adamlarına vahşice saldırırken, bu ruh halinden çok da uzak olmadıkları düşünülebilir.

Hıristiyanlığın adalar halkı tarafından kabulünde hiç zorlanmadıklarını yazan Antonio Pigafetta, çok geçmeden bu seyahati yazdığı seyir defterine nasıl yanıldıklarını da yazacaktı. Yerliler, önderleri Lapu-Lapu’nun emriyle onlara beklemedikleri bir anda saldırmışlardı.

Bunu da Okuyabilirsin...
Eylül Kandemir

Bu keşif gezisinin zengin kâtibi Antonio Pigafetta’nın yazdığı satırlarda olay şöyle anlatılmak­tadır:

“Sabah olduğunda kırk dokuz kişi belimize kadar gelen suya atladık ve suyun işinden kıyıya ulaşana değin iki ok atımı mesafe kadar yürüdük. Botlarımız suyun ipindeki kayalardan ötürü daha ileri gidemiyordu. On bir adamı botları korumak üzere geride bı­rakarak devam ettik. Kıyıya ulaştığımızda bin beş yüz kadar yerli, üç bölüm halinde gruplanmıştı. Bizi gördüklerinde savaş çığlıkları at­maya başladılar. Tüfekli adamlar ve okçular yarım saat kadar savaştılar ancak bu bir işe yaramadı. Kaptanı tanıyan bazıları, onun üzerine saldırdı ve kafasından miğferini düşürdüler. Bir yerli yüzüne doğru bambu bir mızrak savurdu, fakat kaptan kargısıyla onu derhal öldürdü. Kargısı yerlinin vücudunda kalmıştı. Sonra kılıcına el attı, fakat yarıya kadar çekebildi. Çünkü bambu mızrakla kolundan yaralanmıştı. Bunu gören yerliler topluca üstüne çullandılar. Biri sol bacağına bir pala ile vurdu, bu darbe kaptanın yüzüstü düşmesine sebep oldu. Derhal üzerine bambu ve demir mızraklar ve palalarla saldırdılar. Bizim ışığımızı, aynamızı, yardımcımızı gerçek önderimizi öldürene değin… Onu yaraladıklarında, hepimizin botlara bindiğinden emin olmak ipin birçok kez geriye dönüp baktı.

Sonra onu ölü bir şekilde geride bırakan biz yaralan­mışlar, yenilmişler, elimizden geldiğince hareket etmeye başlayan botlara doğru çekildik.”

Keşifler tarihinin bu zor ve güç bela süren yol­culuğunda, Magellan’ın ölümü de tıpkı ondan yüz elli sene sonra yola çıkacak olan Kaptan James Cook gibi noktalanacaktı. Ne yazık ki kendi­si de dâhil olmak üzere 250 kişi, Filipin adaların­daki savaşta öldürülmüşlerdi. Bu yolculuktan ge­riye sadece on sekiz kişinin sağ olarak kurtuldu­ğu kayıtlara geçmiştir.

Gönderiliyor
Kullanıcı Oyları
( oy)

Yorum Bırak